ESKİMEYEN ARKADAŞIMIZ SERRA’YI  İPEK ONGUN’DAN TANIDIK

pek Ongun…Türk gençlik edebiyatı denince akla gelen ilk isim. Robert Kolej yıllarından bile önce yazmaya başlamış, hep yazar olmak istemiş. On ciltlik kitabında yaratmış olduğu Serra karakteri hepimizin hayatına bir noktada girmiş ve bizlere dokunmuş. İpek Ongun’u İpek Ongun’dan dinleme ayrıcalığına eriştik bu kez. Sözü daha fazla uzatmadan sizleri İpek Ongun’la baş başa bırakıyoruz…

Defne Menteşoğlu : Yazmaya olan merakınız nasıl başladı? Sizde yazma isteği ilk nasıl oluştu?

İpek Ongun : Yazmak insanın içinden geliyor, yani ona karar vermiyorsunuz. O sizi seçiyor adeta, yazmak istiyorsunuz. Bu benim çocukluğumdan beri var. Okulda da çok yazardım, iyice küçükken bebeklerime masallar anlatırdım. O şekilde başladı. Ondan sonra da söyleyecek sözüm olduğu zamanlarda da, bu isteğimle birleşince, yazarlığa geçmiş oldum diyebilirim.

Ozan Aksu : Neden yetişkinlere değil gençlere yönelik kitaplar yazıyorsunuz? Böyle bir tercihte bulunmanızın sebebi nedir?

İpek Ongun : Gençlerin, özellikle ilk gençlik çağının, her türlü desteğe ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Çocuklar için çok güzel kitaplar var, yetişkinler için de çok güzel kitaplar var ama ilk gençlik dediğimiz o zor dönemler için, çocukluktan gençliğe geçiş dönemindeki kişiler için çok fazla kitap yok. Bu dönem kişiliğini bulma, etrafı tanıma, önemli kararlar alma zamanı aslında. Ben de kendimce kalemimle bu dönemlerinde yardımcı olmak istiyorum onlara.

Defne Menteşoğlu : Serra karakteri nasıl ortaya çıktı? Dile kolay, aynı karakterle ilgili onlarca kitap yazmak hiç kolay olmasa gerek. Serra çevrenizde gözlemlediğiniz bir kişinin yansıması mıydı yoksa tamamiyle hayal ürünü mü?

İpek Ongun : Serra gerçek bir kişiden esinlenerek çıktı, gerçek bir genç kız Serra. Daha sonraki kitaplarımda çıkan karakterler farklı olsalar da onlar da aynı kategoride aslında. Bütün kitaplardaki karakterler ve olaylar , tamamı gerçeklerden esinlenerek ortaya çıkmıştır. Ben genelde pek kurgu kitap yazmıyorum. Daha ziyade gözlem üzerine benimki. Etrafımda gördüğüm, kızlarımın arkadaşlarında gördüğüm olaylardan girerek, gençlere verebileceğim mesajları iletmeye çalışıyorum.

Ozan Aksu : Gençlik yıllarınızda yazar olmayı düşünüyor muydunuz? Çocukken ileride hangi mesleği seçeceğinizi düşünüyordunuz?

İpek Ongun : 3. sınıftayken annem benim bir defterimi bulmuş, küçücük bir defter. Orada “ Ben muharrir olacağım” yani ben yazar olacağım diye yazmışım ben. Ondan sonra bunu hiç düşünmedim; çünkü bu benim için ulaşılmaz bir durumdu, Kaf Dağı’nın arkasında gibiydi. Hiç o şekilde düşünmedim. Bir de bizim dönemimizde fazla bir bilinç yoktu meslek seçimi konusunda. Şimdi çok daha küçük yaşta başlıyorlar çocuklara meslek tanıtmaya. İlkokul çocuklarına meslek tanıtımları yapılıyor. Bizim dönemimizde lise diplomalarımızı aldıktan sonra “ Ben ne olayım?” diye düşünmeye başladık. Pek bir fikrim yoktu yani açıkçası.

Defne Menteşoğlu :Nasıl bir öğrenciydiniz? En sevdiğiniz dersler nelerdi ve nelere ilgi duyardınız?

İpek Ongun : Ben iyi bir öğrenciydim. Mesela sınıf atladım. Bizim dönemimizde Robert Kolej’de ortaokula başlamak için 2 yıl hazırlık okumak gerekiyordu, ben 1 sene atladım bu aşamada. Sonrasında da hep burslu okuyan, başarılı bir öğrenci idim. Lisede bu tempo biraz yavaşladı. Ama yine iyiydim, hiçbir zaman sınıfta kalmadım. Türkçe ve Edebiyat dersini çok seviyordum. Benim annem de edebiyat öğretmeni idi. Kitap okuma konusunda beni çok teşvik ederdi. Yaz aylarında bana kendisi kitap okuma listeleri yapardı. Türkçe, Tarih gibi dersleri severdim. Matematik, Fizik ve Kimya’yı ise hiç sevmezdim maalesef.
 
Ozan Aksu : Bir yazarın bir günü nasıl geçer? Sizin bir gününüz nasıl geçiyor mesela?

İpek Ongun : Kitaba başlarken çok sancılı bir dönem yaşarsınız. Bu yüzden masama “azap masası” adını taktım. Çünkü masadan kalkmak için her bahaneyi buluyorum. İnsan sevmediği dersi çalışırken devamlı çalışmamak için bahane arar ya, bende de öyle başlıyor aslında o süreç. Ama sonra gitgide kafamın içinde kafamda konu ve karakterler billurlaştıkça, ete kemiğe bürünmeye başladıkça hikaye akmaya başlıyor.

Çok keyif alıyorum o zamandan sonra. Gücüm yettiği kadar yazıyorum o dönemlerde. Bulduğum her zamanda yüksek tempoda yazıyorum.

Defne Menteşoğlu : Yazı yaşamınıza çeviriler yaparak başlamışsınız. Farklı dillerden çeviri yapıyor olmak sizi bir yazar olarak nasıl besledi? Çeviri yapıyor olmanın edebiyatınıza katkıları ne oldu?

İpek Ongun : Üslup ve kelime bakımından beni çok besledi, çünkü bir tür egzersiz gibi oldu bu süreç. Çeviri yaparken kelime kelime çevirmiyordum hiçbir zaman, paragrafı okuyordum, iyice kavradıktan sonra oturup kendi cümlelerimle yazıyordum.

Doğan Kardeş dergisi için çeviriler yapıyordum o dönemde. İlk yaptığım çeviriler tercüme korkuyordu, ama üzerinde tekrar çalışınca bu yöntemi buldum. Kelimeleri tam anlamıyla oturtabilmek için anlamlarını bilmek lazım, bu da kelime haznenizi arttırıyor. Yazı için teknik açıdan bana çok getirisi oldu çevirinin diyebilirim.

Ozan Aksu : 2003 yılında kaybettiğimiz yazar Tomris Uyar da sizin Robert Kolej’den sınıf arkadaşınızdı. Robert Kolej’in öğrencileri üzerinde çok farklı ve geniş bir dünya bakışı yarattığını düşünüyor musunuz? Robert Kolej’in sizin üzerinizde bıraktığı en büyük etki nedir sizce?

İpek Ongun : Bizim okulumuz birey yetiştirirdi, herkesin kendi içindeki yeteneği dışarı çıkarmasına yardımcı olurlardı. Amerikan eğitim felsefesi böyle zaten.

Baskı kurmadan içindeki yeteneğin dışarı çıkmasına imkan sağlayan bir eğitim. Bol miktarda etkinliklerimiz olurdu. Tiyatro kulübü, edebiyat kulübü, kütüphanecilik kolu, o kadar çok etkinlik vardı ki.

Bizim içimizdeki başarılı kişilerin ortaya çıkmasına da imkan verdi bu eğitim sistemi. O kadar çok sanatçı var ki Robert’den çıkan. Genco Erkal, Haldun Dormen, Nevra Serezli, Tomris Uyar, Ali Taygun, Orhan Pamuk, Prof. Mina Urgan, hepsi Robertli.
 
Defne Menteşoğlu : Kitaplarınızla gençlere ciddi anlamda yol gösteren bir yazarsınız. Nereden ve nasıl besleniyor, konularınızı nasıl yaratıyorsunuz?

İpek Ongun : Ben gençlerle konuşurken imzaya geldiklerinde veya fuar ve okullarda satır aralarında yaşadıkları sorunlar ortaya çıkıyor. O sorunları ele alıyor ve her kitapta bir sorun işliyorum. Bir Genç Kızın Gizli Defteri 10 cilttir, her ciltte ayrı bir sorun işliyorum.

Dolayısıyla her biri ayrı bir hizmet sunuyor gençlere. Arkadaşlık, boşanma, evlilik öncesi kararlar gibi birçok konuyu ele aldım. Bu yüzden benim her bir kitabı yazmam iki yıl sürüyor çünkü ilk yıl sadece araştırma yapıyorum. Gençlerden gelen sorunlardan yola çıkarak konularımı belirliyorum.

Ozan Aksu : Romanınızda diyorsunuz ki: “Hayatla ilgili bilgiler tersinden öğreniliyor. Okulda önce çalışıp, sınanıp sonra öğreniyor insan. Hayattaysa önce sınanıp sonra bundan bir şeyler öğreniyor.” Bu bağlamda bugünün gençlerini nasıl görüyorsunuz?

İpek Ongun : Bugünün gençlerini pek fazla tanımıyorum aslında. Ama sizden öncekiler zannederim ders alıyorlardı ve ders almaya meraklıydılar. Şu an artık daha büyük yaşlarda olanlar, ergenlik çağında öğrenmeye meraklıydılar ve öğrenmek istiyorlardı.

Bir önceki kuşak benim kitaplarımı sınıflarda rehberlik derslerinde okuyorlardı ve tartışıyorlardı, bugün bu yok. O kitaplarda davranış kalıpları var, yaşama kültürü ile ilgili bilgileri vardı.

Robert’te benim kitaplarım okutulup tartışılıyor. Bugün usul, adet bilmiyorlar gençler, diyoruz; ama bunu öğrenmeleri lazım. Maalesef orada kitap satışlarından anlayabiliyorum.

Defne Menteşoğlu : İleride yazar olmayı hayal eden çocuklara ve gençlere ne önerirsiniz?

İpek Ongun : Bol bol okumalarını ve okurken işin tekniğine dikkat etmelerini öneririm. Yazar nasıl başlamış, nasıl geliştirmiş ve nasıl bitirmiş? Tekniğini de incelerlerse bir ders gibi olur onlar için. Değişik türleri okumaları gerekir ki hangi dal onlara daha cazip geliyor onu bulabilsinler.