HERKESİN ANADİLİNE KARŞI SORUMLULUĞU VARDIR
oruyorum seminer serimizin Kasım ayı konuğu olarak değerli yazar Sn.Feyza Hepçilingirler’i “Türkçe Nereye Gidiyor?” üzerine söyleşimiz için ağırladık. Dilimizin nesilden nesile evrilişini, her iki kuşak içinde birbirini anlayamayacak kadar hızla değişen günlük konuşma dilini, yabancı kültürlerin etkisini ve güzel konuşmanın önemini uzun uzun öğrencilerinize vurguladığımız çok güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Öğrencilerimizin merakla sorularını yönelttiği, Sn.Hepçilingirler’in heyecanla cevapladığı söyleşi zoom üzerinden 4,5,6,7 ve 8. sınıf öğrencilerimizin katılımıyla gerçekleşti. Diller ulusların zenginliğidir. “Hiçbir yabancı dil, anadilimizin sınırlarını aşamaz, onu geçemez.” diyerek dil bilincine önem veren, eseriyle hafızalarda iz bırakan değerli edebiyatçımız Feyza Hepçilingirler’le gerçekleşen söyleşiden satır başlıklarını aşağıda siz Eğitim Günlüğü okuyucuları için derledik. Söyleşinin tam kaydını okulumuz YouTube kanalından izleyebilirsiniz.
A.NAMUTLU:Sizi kitaplarınızdan, Türkçemize olan katkılarınızdan iyi tanıyoruz ancak kısaca kendinizi bize hatırlatır mısınız ? F.HEPÇİLİNGİRLER:Ayvalık’ta doğdum. İlkokulu ve ortaokulu orada, liseyi İzmir Kız Lisesinde okudum. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu ile İstanbul Üniversitesi Türkoloji bölümünü bitirdim. Lise, üniversite ve dershane öğretmenliği yaptım. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden emekli oldum. D.TUNCA:Yazmaya nasıl başladınız ? F.HEPÇİLİNGİRLER:Yazmaya 15 yaşımdayken şiirle başladım, sonra öyküye yöneldim. Sizin az önce söylediğiniz “Kırmızı Karanfil Ne Renk Solar?” dışında bir romanım daha var: “Tanrıkadın”. Dokuz tane öykü kitabım (Sabah Yolcuları, Ürkek Kuşlar, Eski Bir Balerin, Kırlangıçsız Geçti Yaz, Savrulmalar, Öykünmece, İşte Gidiyorum-Göç Öyküleri, Arada Aşk Var-Kasaba Öyküleri, Anlar). Şiirle başladım ama şiir kitabım yok. Şiir dışında araştırma, inceleme, deneme, anı, eleştiri, hemen hemen her türde yayımlanmış kitabım var. Son zamanlarda ise kendimi çocuk kitaplarına verdim. G.YILDIRIM:Kaç yıldır yazıyorsunuz? Kaç kitabınız var? F.HEPÇİLİNGİRLER:İlk öyküm 1979 yılında yayımlandı. Üzerinde adımı gördüğüm ilk toplu kitabım 1980, ilk kişisel öykü kitabım ise 1981 yılında yayımlandı.(Hesaplamayı size ve okurlarınıza bıraktımO.). Okul öncesinden liseye kadar 27 tane çocuk kitabım var. (Adlarını teker teker saymayayım; merak eden internetten bakar, bulur nasıl olsa.) Türkçe “Off” dizisinin üç kitabına ek olarak altı tane Türkçe günlükleri, bir tane de Türkçe Dil bilgisi olmak üzere on adet Türkçe ile ilgili kitap; üç deneme kitabı (Sorulmadan, Bu Dağların Karı Erimez, Kar Altında Buğday Tanesi), bir inceleme (Öyküyü Okumak), bir eleştiri (Nasıl Pop-Yazar Olunur?), bir anı (Atascadero’nun Sincapları) Halide Edip’in, biri eski yazılı iki dergide kalmış yazılarını topladığım araştırma kitabı: Halka Doğru. Şimdi saydım: Toplam 55 kitabım varmış. N.ELDELEKLİOĞLU:Kitap yazarken dikkat ettiğiniz püf noktaları nelerdir? F.HEPÇİLİNGİRLER:Kitap yazmanın püf noktası olmaz. Eğer kurmaca bir kitap (öykü, roman vb.) yazıyorsanız her türlü öğesinin yerli yerinde olmasını, istediğiniz duyguları uyandırmasını hedeflersiniz. Yazdığınız düşünsel içerikli bir kitapsa (deneme, eleştiri, inceleme vb.) orada da savunduğunuz görüşü tam yansıtabilmeye, çürütmeye çalıştığınız anlayışı dürüstçe ele almaya çalışırsınız. Püf noktası peşinde koşmak, kolaya kaçmanın yollarını aramak anlamına gelir ki bence edebiyatın hiçbir türünde yeri olmamalıdır. G.DEĞER:Türkçe “Off” , Dedim “Ah!”, Dilim Dilim Ana dilim, Off, Dilim adlı kitaplarınızda dilimizin hoyratça kullanıldığını anlatarak yankı uyandırdınız. Türkçede sıkça yapılan hataları kitap haline getirdiniz. Bunları nasıl derlediniz? Dilimize katkısı üzerine ne söylemek istersiniz? F.HEPÇİLİNGİRLER:Türkçenin hoyratça kullanılmasından duyduğum rahatsızlık nedeniyle harekete geçtim. Hem yazar olarak hem de öğretmen olarak Türkçenin içinde soluk almak zorundaydım, Türkçeye hak ettiği özenin gösterilmediğini gördükçe kendimi tepki vermek zorunda hissettim. Yanlış kullanım örneklerine gelince... Onları saptamak hiç zor olmadı. Keşke zor olsaydı ve ben yanlış bulmak için kıvransaydım ama şu anda bile o kadar çok yanlış yapılıyor ki… Bir gecede onlarcasını saptamak mümkün. Yanlışları göstermenin dilimize katkısını soruyorsanız yanlışların bile isteye yapılmadığını öncelikle kabul ediyoruz. Neyin, neden yanlış olduğunu bilmek, o kişiyi, bu tür yanlışlar yapmaktan alıkoyar diye düşünüyorum. Kitaplarımın katkısını soruyorsanız okuyanlarda Türkçe duyarlılığını artırdığını söyleyebilirim. T.DİNGAZ:Herkesin ana diline karşı sorumluluğu olduğunu vurguluyorsunuz. Dilimiz konusunda özellikle gençlerin dilimize karşı sorumlulukları nelerdir? F.HEPÇİLİNGİRLER:Gençlerden önce onları yetiştirenlerin sorumlulukları var. Yabancı dilin önemi sık sık vurgulanırken ana dilinin de çok önemli olduğunu kimse hatırlatmadı gençlere. Her dil kendi kültürüyle birlikte öğrenilir. Yabancı dil öğrenmesini ama kendi kültürünü de korumasını istiyorsak eğitimini buna göre vermeliyiz. Gençleri suçlamak haksızlık olur. Onlara bir sorumluluk bilinci kazandırdık mı ki onlardan bunu istemeye hakkımız olsun? A.NAMUTLU:Diller arası sözcük akışı ve kullanımı Türkçemizi nasıl etkiliyor? F.HEPÇİLİNGİRLER:Diller arası sözcük akışı, özellikle iletişimin bu kadar çoğaldığı, her an bütün dünya ile iletişim kurabilme şansına kavuştuğumuz çağda her zamankinden daha hızlı, daha yoğun. Beni korkutan ve önlem alma isteğimi haykırmama neden olan şey ise bu alışveriş biçiminden çıkıp yalnızca alışa dönüşmüş olması. Biz boyuna alıyoruz. Kimseye bir şey verdiğimiz yok. Yalnız sözcük almıyoruz üstelik; çeviri bir dil ithal ediyoruz. “Nasıl hissediyorsun?” diye soruyor biri; karşısındaki “İyi hissediyorum,” diyor. Bu cümleler çeviri. (How do you feel – I feel good.) “Kendini” deriz biz. Hissetmek geçişli bir eylemdir çünkü. (Kendini nasıl hissediyorsun? – Kendimi iyi hissediyorum.) “Erzurum Gar” diye yazılmış kocaman. “Erzurum Garı” değil midir o? “Taksim Meydan” ne demek? “Taksim Meydanı”. Vurgularımız değişti, tonlamalarımız değişiyor. Birileri İngilizceleştirmeye çalışıyor Türkçeyi, başka birileri Arapçalaştırmaya. Kendi dilimize razı olamadık gitti. A.T.ABLAK:Günümüzde insanlar giderek daha az kelimeyle konuşuyor. Bu dilin ölümü anlamına mı geliyor yoksa başka bir dil mi doğuyor? F.HEPÇİLİNGİRLER:Bugün başka hiçbir sözcük kullanmadan yalnızca “aynen” diyerek karşılıklı bir konuşma sürdürülebiliyor. Elini kalbinin üstüne vurarak “Ben de...” deyince biri, “Sen tasalanma, o işi ben çözerim demiş olduğunu varsayıyor. İyice karamsarlığa kapılmamak için dilin ölümü demeyelim ama başka bir dilin doğmadığı da açıkça görüyoruz. Eğer doğuyorsa da doğan, biraz Arapça, az Fransızca, çokça İngilizce ve sokak Türkçesi ile birlikte hem çok cılız hem de toplama bir dil oluyor. D.TUNCA:Yabancı dillerin etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkilizceden – sizin deyiminiz ile - kaçış mümkün mü? F.HEPÇİLİNGİRLER:Yeni yaşam tarzının dayattığı kavramları karşılamak için yeni sözcük üretmek yerine geldiği dildeki karşılığını almak kolayımıza geliyor. Yalnız bununla kalmak, anlaşılabilir bir durum ama bizim durumumuz teknoloji karşısındaki bir yenilmişlik durumu değil. Biz aslında kendimizden kaçıyoruz. Yıl başlarını Noel gibi kutlamak nedir, Cadılar Bayramı’ndan bize ne? “Babyshower”ı adıyla birlikte almak dilsel değil, kültürel bir özenme durumu değil mi? Çocuklarımıza, gençlerimize asıl bilmesi gerekeni kendi ana dilinde anlatmak yerine, öğretmeye çalıştığımız İngilizce ile anlatmayı sürdürdüğümüz sürece Türkilizceden kaçmak mümkün değildir. G.YILDIRIM:Sosyal medya dili olarak nitelenen bir kavram var artık. Sosyal medya bir gerçek olduğuna göre dildeki bu bozulmayı nasıl onaracağız? F.HEPÇİLİNGİRLER:Sosyal medya yazışmalarında göze ilk çarpan, kısaltmalar... İnsan “iyi“ demek yerine “ii” diye yazıp araya bir “y” koymaya üşenir mi? Bu merakın yalnız bizde değil, bütün dünyada olduğunu düşünerek hadi “tşk, kib, cnm, tmm, ok...” gibi kısaltmalara alışmaya çalışalım ama en çok kullandığımız sözcükleri de yanlış yazıyoruz. “Yanlış, yalnız, herkes” sözcüklerini düşündüm bunu söylerken. Hangi sözcükleri ayrı, hangilerini bitişik yazacağımızı öğrenemedik, öğretemedik. T.DİNGAZ:Bir eğitimci olarak dil bilgisi eğitimi için neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz? F.HEPÇİLİNGİRLER:Dili edinmek evde, ailede, hatta anne karnında başlıyor. Dil bilgisi öğrenilip aktarılan, sonrasında unutulabilir bir bilgi değildir. Yaşama geçirilmesi, hemen kullanıma sokulması gereken bir bilgidir. Sıfatı, belirteci neden öğretiyoruz? Bunları yerli yerinde kullanılmazsa iletişim kazalarına yol açacağını anlatmadan, göstermeden öğretmeye kalkmışsak o bilgiye hiç kimse uzun süre hamallık yapmaz, o yükü en yakın durakta sırtından atar. Sonra da dili, hiç dil bilgisi okumamış gibi kullanır. Kendi dilini doğru dürüst öğretmediğiniz insana, belli bir yaşa geldikten sonra, hiçbir yabancı dili öğretemezsiniz. A.EREN:Oldukça üretken bir yazarsınız, yeni bir kitap çalışmanız var mı? F.HEPÇİLİNGİRLER:İşe çocuklardan başlamak gerektiğini kavrayınca büyükler için yazmaya ara verdim. Önümüzdeki günlerde yayımlanacak “Masal Bozan Feride Teyze” ile onları masalların dünyasını gerçeğin çubuğuyla kurcalamaya çağıracağım. On tanesi yetişkinler için, iki tanesi çocuklar için, Türkçe konusunda yazdığım bir düzine kitap var. (Bu kitapları da az önce, sayenizde saymış oldum.) Türkçeye ne katkısı oldu bu bir düzine kitabın? Oldu mu? Umutlu olmaya çalışıyorum. Hiçbir emek boşa gitmez. Olmuştur. En azından bir farkındalık oluşturmuştur. Türkçeye karşı duyarlılık sağlamıştır. Daha da yazacak mıyım? Evet, elbette. Gücüm yettiğince yazmaya, uyarmaya, göstermeye, Türkçeye sahip çıkmanın gereğini, ana dilin önemini anlatmaya devam edeceğim.
|