MİNİK BİR YAĞMUR DAMLASIYIM
erhaba! Ben minik bir yağmur damlasıyım. Aslında
yakın bir zamanda yaşadığım bazı olaylar beni daha
olgun ve bilinçli bir damla haline getirdi. Yani
dışımdan küçük görünsem bile içimde büyük düşünceler
taşıyan bir yağmur damlasıyım ben. Zaten şimdi ben de
sizlere cennet denen o kusursuz yerden sizlere
yeryüzündeki her şeyi öğrendiğim dünya turumu
anlatacağım. Her şey büyük bir gök gürültüsüyle
başlamıştı…
Bulutlar
çarpışıyordu.B ir anda her yer aydınlanıp
kararıyordu. Şimşeklerin gürültüsü bizlere yeryüzüne
düşüşümüzün gittikçe yaklaştığını
hatırlatıyordu. İlkbahar çiçekleri rüzgarla beraber
uçuşuyordu. Benim ise yapabileceğim tek şey minik
damla arkadaşlarımla beraber yumuşacık bulutların
içlerinde beklemekti. Ama artık sıkılmaya
başlamıştık. Bulut annelerimiz kar beyaz renklerini
kaybetmişler, gri bir hal almışlardı. Yukarıdan,
insanların fırtınadan kaçışları açıkça
görülüyordu.Sonunda yağmur başladı. Arkadaşlarım
teker teker dünyanın dört bir yanına düşüyordu. Fakat
ben bekledim ve görkemli güneş saklandığı yerden
gülümsemeye başladığında upuzun ve rengarenk bir
gökkuşağı gördüm. Bu harika gökkuşağının başına
oturdum ve kayarak kendimi kaderin ellerine
bıraktım.
Gözlerimi açtığımda eğik bir yapının üzerinde
olduğumu fark ettim. Önce biraz korksam da sonunda
Piza Kulesi’nin üzerinde olduğumu
anlayabildim. Uyuyakaldım. Uyandığımda güneş yeni
doğmaya başlamıştı. Gökyüzü kara renklerinden
kurtularak şeker pembesi, sarı ve lila renklerine
bürünmüştü. Derin bir nefes aldım. Manzaranın tadını
çıkarmaya başladım. Bu bana göre hayatımın
başladığına dair bir işaretti. Saat altı gibi Roma
halkı uyanmaya başladı. Fırından mis kokular etrafa
yayıldı, sabah gazeteleri kapıların önüne bırakıldı
ve evlerin pencereleri açıldı. Anneler evi
yönetme, babalar işe, çocuklar ise okula gitme
çabasındaydılar. Ben de tam Roma şehrini seyre
dalmıştım ki aniden arka sokaklardan bir çığlık
kopuverdi. Bir baktım ki iki genç bir kızın çantasını
çekiştiriyor. Hayretle kızın etrafını saran insanlara
baktım. Kız çaresiz bir durumda “Aito” (yardım) diye
bağırıyordu. Birden ayak sesleri duyuldu ve karşımıza
bir genç delikanlı çıktı. Kızın hemen yardımına
koştu. Çantasını geri alan kızın yüzünde hiç
unutamayacağım bir gülümseme belirdi. “Grazie!” diye
haykırdı ve onun yardımına koşan gence el
salladı. İtalya’da yardımseverliği öğrendim. Acaba
dünyamızda böyle bir duygu hala var mıydı?
Buharlaştım ve hiç
beklemediğim bir anda yağmur başladı yine. Bu sefer
kader beni ilkbaharın göbeğinde kızgın güneşin hakim
olduğu uçsuz bucaksız Afrika topraklarına
gönderdi. Çok şaşırmıştım. Zambia topraklarında pek
fazla yağmur yağmazdı. Bir sarmaşığın altına
gizlendim ve ormandaki hayvanların hayatını
gözlemeğe başladım. Tam üstümde büyük bir piton
yılanı kahvaltının ardından uykunun tadını
çıkarıyordu. Uzakta goriller yapraklardan yuva
yapmışlardı kendilerine. Kocaman düzlüklerde
zürafaların uzun boyunları görünüyordu.
Filleri görmek pek de
zor değildi. Kokularından dolayı onları ta uzaklardan
fark edebilirim! Bende daha yeni yeni Afrika’nın
tadını çıkarıyordum ki birden aslanın kükremesi
duyuldu. Hayvanlar başlarını çevirdiler. Ben ise
anlamıştım ki bu yardıma muhtaç birinin
kükremesiydi.Hemen sesi takip ederek aslanı bulmaya
çalıştım ve sonunda onun bir avcı tarafından
öldürülmek üzere olduğunu gördüm. Bu sahne karşısında
kalakaldım. Güzel bir aslanın hayatına sırf para için
son vermek gerçekten acımasız insanların
yapabileceği bir işti. Aslan yeşil gözleriyle avcının
gözlerinin içine bakıyordu. Yumuşak patileri ve tüylü
kuyruğu iplerle bağlanmıştı. Avcı tüfeği dayadı, nişan
aldı… Ama yapamadı. Bu güzelim yaratığa kıyamadı, onu
serbest bıraktı. Artık aslan özgürdü. Afrika’da acıma
duygusunu öğrendim. Eğer dünyamızda bu his hala var
olsaydı şu anda bambaşka bir dünyamız olmaz mıydı?
Bir su birikintisiyken aniden buharlaştım. Güneş beni
evime, bulutlara çıkardı. Geceyi orada
geçirdim. Yeniden arkadaşlarımla olmak çok hoştu. Bu
mutluluk kısa sürdü ve ben bu sefer Paris’e duygusal
bir yaz yağmuru olarak indim. Muhteşem Eyfel Kulesi
meğerse yakından daha da etkileyiciymiş! Yavaş yavaş
süzülerek büyüleyici bir bahçenin içinde buldum
kendimi. Yanıma iri bir gözyaşı düştü. Kanadı kırılmış
bir güvercin gibi boynu büküktü, kafasını kollarının
arasına gömmüştü. Uzaklaşan ayak sesleri duyuldu. Ağır
adımlarla bir delikanlı menekşelerin arasından
arkasına bakarak ilerlemeye çalışıyordu, fakat
kalbinin sesi ona “Geri dön!” diyordu. Bir şeyler
yapmam lazımdı ama ne? Kız eğer başını kaldırsa
delikanlının geri dönmek istediğini görecekti. Kızın
mis kokan saçlarına aktım ve bununla birlikte kız
yukarı sıçradı ve onu gördü! Delikanlı birkaç adım
atarak “S’excuser” (afedersin) diye fısıldadı. Kızın
yemyeşil bakışlarından onu affettiği
belliydi. Özlemle birbirlerine koşuşlarını hiç
unutmam. Fransa’da sevgiyi öğrendim, sevginin ne
kadar güçlü olabileceğini. Dünyamızda herkes
birbirini sevse, yeryüzü yaşamak için daha anlamlı
bir yer olmaz mı? |