Serbest Kürsü
    
     Gezilerimiz

     Spor Faaliyetlerimiz

     Fen ve Teknoloji

     İngilizce

     Etkinliklerimiz

    Milli Günler

     Röportaj
 


     Resimlerimiz

     Şiirlerimiz


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
DANİMARKA TRENİ

urtdışı, Danimarka, uçak ve bunların hepsinin sadece arkadaşlarımızla ve öğretmenlerimizle olması…Ne kadar mutluluk verici, dayanılmaz şeyler…Ne kadar sıra dışı belki de . . Heyecan verici.

Saat 05. 00

Kesinli
kle rüya olmalıydı. Kesinlikle yeni doğuyor olmalıydım. Tam 05:00 de sanki saatimin alarmını kurmuşum gibi anında kalkmıştım. Bavulum zaten hazırdı. Saat 06:30 da havaalanında olacaktık. Ben çok acele ediyordum ve heyecandan ölecek gibiydim. 30 gün vardı hâlbuki! Şimdi ise o gün gelmişti. Bu gün Danimarka’ya gidecektik, gezecek yarışacak ve tamamen eğlenecektik. Havaalanına geldiğimizde saat 07. 00 civarlarındaydı. Önce Bertan’la karşılaştım. Daha sonra da diğer arkadaşlarım da geldi tabi.

Saat 09. 00

Ailelerimize yolculuktan önce son kez sarılırken heyecanımız da git gite çoğalıyordu ve duruma alıştıkça düşüncelerimiz değişiyordu. Kimimiz uçaktan korkarken kimimiz de uçak için can atıyordu. Kimimiz oradaki yarışmayı düşünürken kimimiz –ki çoğunlukla- oradaki eğlence parklarını düşünüyordu. Son kez pasaportlarımız kontrolden geçtikten sonra uçağa biniş kapısına doğru yürümeye başladık. Aslında çok sıra vardı ancak biz heyecandan sıranın olduğunu bile fark etmedik. En sevmediğim kısmı bizi uçağa taşıyacak otobüslerdi. Otobüs dolmasına rağmen uzunca ve niye olduğunu bilmeden beklemek çok can sıkıcıydı. Neyse ki hemen uçağımıza vardık ve hosteslerin yerlerimizi göstermesiyle koltuklarımıza oturduk. Benim hemen yanımda Ece vardı onun yanında da Naciye öğretmenimiz. Naciye öğretmenimiz gezi boyunca Ece ile benim en yakın arkadaşımız oldu zaten. Uçak kalkarken Oğuz’un uçak korkusu kendisini gösterdi. Aslında şaşırtıcıydı çünkü bu çocuk minikliğinden beri yurtdışına gidiyor ve her seferinde de böyle korkuyormuş. Neyse ki arkadaşımız kalkıştan sonra alıştı.

İlk gün- ilk gece

Heyecan başladığı an kara bulutlar üstümdeydi. Gider gitmez havaalanında telefonumu düşürdüm ve ne yazık ki bu kayıp gezi boyunca telefonsuz kalmamı sağladı. Her neyse. Yine de büyük bir kayıp sayılmazdı.

Taksiyle otelimiz Dan Hostel’e vardık. Odalarımız için anahtarlarımızı da aldıktan sonra odalarımıza çıktık. Bizim odamız 14. kattaydı ve numaramız ise 1405 idi. Naciye Öğretmenim ve arkadaşım Ece Ciner’le beraber odayı paylaşıyorduk. Emre, Can, Bertan ve Marius öğretmen ise 10. kattaki odalarında, Kaan öğretmen, İrfan, Oğuz ve Bora’da 3. katta ki odalarında kalıyorlardı. Otelimizdeki en aksi taraf biri birbirimizi odasında ziyaret edemiyor olmamızdı. Çünkü herkeste bir anahtar kart vardı ve bu kart asansörde kullanıldığında sadece lobi ile kendi katımıza gidebiliyorduk.

Gidip yerleşip yataklarımızı da yaptıktan sonra hemen aşağıya indik ve gezmeye başladık. O günün ne kadar uzun ve yorucu olabileceği aklıma bile gelmezdi. Önce güzel bir yemek yedik. Yemek yerken fark ettik ki Tarkan’ın Dudu dudu dilleri şarkısı çalıyordu. Zaten Kopenhag’da olduğumdan hiç de haberdar değildim. Hele de o şarkıyla iyice Türkiye’deymişim gibi hissederken Kaan Hoca bize Danimarka’da olduğumuzu ve Tarkan’ın çaldığını hatırlatınca çok güldük. Çıktığımızda da Türkiye’deymişiz gibi gezmeye devam ediyorduk. Sanki Ortaköy’de bir Pazar günü geziyormuş gibiydik.

Tamamen aynıydı. Tek farkı çevredeki herkesin sarı saçlı ve mavi gözlü olması ve anlamadığımız Danca konuşmalarıydı. Tabi dükkanların tabelaları da anlaşılmıyordu ve genellikle Danca yazılıydı. Bir süre yürüdükten sonra Old Town’a ulaştık. Şehrin en eski gözlem kulesi olan RUNDETAARN isimli bir kuleye vardık. Kuleye dönen bir merdivenle çıkılıyordu. En üste çıkınca tüm Kopenhag’ı görebilecektik fakat o kadar yorulmuştuk ki biraz dinlenmek için vakit istedik. Öğretmenler de bizim gibi yorgun olduklarından birazcık dinlendik ve daha sonra da kulenin üstüne çıktık. Gerçekten manzara harikaydı.

Nehir Eski şehir yapıları tamamen gözlerimizin önündeydi. Her yer oldukça güzel görünüyordu ve kesinlikle muhteşem bir manzaraydı. Kopenhag Danimarka’nın başkenti olmasına rağmen oldukça yeşil bir yerdi. Beklediğimiz gibi her yerde gökdelenler veya devasa binalar görmemek bizi şaşırtmıştı.

Her neyse Old Town gezisinden sonra yürüyerek otelimizin olduğu bölgeye gittik. Çünkü ne zamandır beklediğimiz hayallerimizi süsleyen eğlence parkı yani Tivoli meydanı oradaydı. Giriş yaptıktan hemen sonra koşa koşa oradaki oyuncakları gezmeye başladık. Marius Hoca oradan bize bileklik yani biletlerimizi aldı. Oradaki her şeye sınırsız bir şekilde bedava girebilmemiz içindi bu bileklikler. üstelik gayet de ucuzdu böyle bir şey için. Saat 22:00 a kadar sadece eğlendik ve gerçekten muhteşem bir gündü. Yemeğimizi de yedikten sonra elimizde dondurmalar otelimizin yolunu tuttuk. Otelimizdeki odalarımıza vardığımda yatmamızla uyumamız bir oldu.

İkinci gün- Yarışma başlıyor.

Yarışma başlıyordu. sabahın ilk saatlerinde kalkıp kahvaltıya gittik. Otobüsümüzün saatini yanlış bildiğimizden otobüsü kaçırdık ve bir dahaki otele giderek otobüse orda bindik. Bizi Experimentarium’a götürdüler. Harika bir müzeydi. Aslında müze denilemez. Deney ve bilim merkezi gibi bir yerdi. Deneylerle öğrendiğin fen bilgini pekiştiriyordun. Çok zevkliydi. Kesinlikle zevkliydi. Bir çok deneye ve neyin nasıl olduğuna şahit olduğumuz atölyelere katıldık.

Tabii burada yalnız başımıza değildik. Yarışmaya katılacak diğer ülkelerden gelen yarışmacı çocuklar da bizlerle beraberdi ve yeni arkadaşlıklar için iyi bir fırsattı. Experimentium’daki güzel bir yarım günün ardından sıra Bot gezisiyle Kopenhag’ı bir de nehirden keşfedecektik. Evler ve tekneler gerçekten görülmeye değerdi. Kanallar içinde dolaşırken hem resim çekiyor, hem de birbirimize ilginç bulduğumuz yerleri gösteriyorduk. Gezinin en ilginç kısmı ise Kopenhag’ın hatta Danimarka’nın da simgesi haline gelmiş Deniz Kızı heykelini görmemizdi.

Bizim için bu heykelin farklı bir anlamı daha vardı, o da bu sene sergileyeceğimiz “The Little Mermaid” müzikalinin Danimarkalı bir şair ve yazar olan Hans Christian ANDERSEN tarafından yazılmış olması ve popülaritesiyle Broadway müzikaline dönüşmesi ve bu müzikali de bizim okulumuzda sergilememizdi.

Tekne turumuzun bitimiyle yarışmanın yapılacağı Bella Center’a yarışmayla ilgili hazırlıklar için yola çıktık. Biz Ece ile farklı bir otobüse binmiştik ve ikimiz de ayrı köşelerde ki cam kenarlarına oturuyorduk. Tam ortamıza da Hollandalı bir aile oturdu. Onlarla tanışmak için iyi bir fırsattı. Erkek çocuğun adını tam hatırlamıyorum ama Çince gibiydi açıkçası. Kızın adı ise Minka’ydı. Babalarının adı Theo idi. Onlarla tanıştık ve gerçekten de özellikle anneleriyle çok iyi anlaştık.

Bella Center’a daha varmadan arkadaş edinmiştim. Gittiğimiz zaman hemen hazırlıklar başladı ve önce rehberlerimizle tanıştık. Gözde ve Hülya Abla bizlere çok iyi davranıyorlardı. Neyse…İlk günümüz hazırlıklarla ve küçük küçük anlatımlarla geçmişti. Bu arada akşam otelimize varırken Theo, Nick ve Stephene adında üç İngiliz çocukla tanıştım. Üçü de çok tatlıydı ve çok iyi anlaştım.

Daha çok Theo’yla konuşuyorduk hatta çok da yakın arkadaş olmuştuk. Ayrıca Melissa diye bir kızla tanışmıştım. Çok tatlı bir kızdı. 11 yaşındaydı.


Asıl Yarışma Şimdi Başlıyor

İlk jürimize bu gün çıkmıştık ve gerçekten çok güzel geçmişti. Bu arada yarışmalar arasında ben sahneye çıkıp The Little Mermaid’den “Part Of Your World” şarkısını söylemiştim. Özellikle Fransızlardan alkış almıştım. Çok güzel bir duyguydu. Jüri’den çok memnun kalmıştık. Daha doğrusu onların bizden memnun kaldığını düşünüyorduk. Git gide oraya alışmıştık ve zaman çok çabuk ilerliyordu. Her şey o kadar güzeldi ki…

Akşam Sport Center’da partimiz olacaktı ve onun için de çok heyecanlıydık. Sonunda akşam oldu ve önce otellerimize dağıldık. Hazırlandıktan sonra lobide buluştuk ve bizi almaya gelen otobüsle Sport Center’daki partiye gittik. Bu parti takımların birbiriyle kaynaşması için düzenlenmişti.

Parti jimnastik gösterileriyle başladı. Jimnastik gösterilerinin o kadar da etkileyici olmadığını söylemem gerekir. Okuldaki arkadaşlarımızın çok daha iyilerini yaptıklaını gördüğüm için beni pek etkilemedi. Daha sonra nerede ne olduğunu öğrenmemiz için bize verilen kağıtlara bakarak istediğimiz yerlere dağıldık. Disko, güreş, şişme balonlar, hokey bile vardı. Gerçekten geçirdiğim en güzel günlerden biri de oydu. Melissa ve Theo’yla çok eğlendik. Fotoğraflar çektik dans ettik oyunlar oynadık… Gece çok yorgun bir şekilde odamıza gittik ve hemen uyuduk. Ertesi gün büyük gün olacaktı…



Son gün – son heyecan

Son günün sabahı kalktık. Ertesi gün gidecek olduğumuzu hatırladığımız zaman yarı mutluluk yarı üzüntü yaşıyorduk. Çünkü hem annemizi özlemiştik hem de burada eğleniyorduk. Ve bu eğlenceye devam etmek istiyorduk.

Otobüsle Bela Center’a gittik ve yerlerimizi aldık. Bu sefer sabahın çok erken bir saatinde bir sunumumuz vardı ve gerçekten uykulu bir halde gittik. Kapının önünde esneyip duruyorduk ve bu halimizi filme çekip bizi fotoğraflayan Kaan öğretmenimize bozuluyorduk.

Jüriye girerken çok heyecanlıydık ve kalbimiz yerinden çıkacak gibiydi. Girer girmez bir aksilik oldu. Laptoptan da çok az ses çıkıyordu. Jüri hazırladığımız filmi çok net duyamamış olabilir diye endişelendik fakat yine de moralimizi bozmadık ve sunumumuzu en iyi şekilde yapmaya devam ettik. Çıkarken jüri gülümsüyordu.

Akşam oylama başladığı zaman hepimiz umutluyduk. Yine İstanbul’daki gibi bir sürpriz yapıp, tam umudumuzu kaybettiğimizde ödül alırız diye düşünüyorduk. Ancak bu sefer olmadı. Bu sefer başaramadık. Hepimizin yüzü solmuştu. Ama olsun sonuçta buraya gelmiştik ve arkadaşlarımızlaydık.

Otele daha erken döndük ve güzel bir restorana gittik. Nerdeyse herkes pizza yedi. Bense makarna yedim. Herkes yediği şeyden memnundu ve gerçekten yemekler çok güzeldi. Bu konuda Marius Hoca’mıza teşekkür ediyoruz çünkü Kopenhag’ı bilen en iyi kişi oydu. Yemeklerimizi bitirdikten sonra otele döndük ve herkes odasına çekildi. Aslında hazırlanmak için. Ben ve Kaan Hoca lobide kaldık. İşte o zaman komiklikler başladı. Kaan Hoca çok susadı ve oteldeki her yer kapalıydı. Danimarka’da musluktan su içilebiliyor biliyoruz ama gerçekten de tadının güzel olduğunu söyleyemeyeceğim. Resepsiyona sorduğumuzda ancak meydanda bulabilirsiniz cevabını aldık. Çünkü Pazar günü en yakındaki bakkallarda kapalıydı ve bu çok kötüydü. Daha sonra Kaan Hoca su aramak konusunda pes edip musluktan içmeye karar verdi. Sonra hepimiz aşağıya indik ve lobide sohbet ettik, oturduk, güldükten sonra odalarımıza çekilip uyuduk.

Hoşça kal Danimarka

İşte bitti. Türkiye’ye geri döneceğimiz gün geldi. Bazılarımız gülüyor bazılarımız ise burayı bırakmak istemiyordu. Özellikle Oğuz çok mutluydu çünkü annesini çok özlemişti. Annesinden her mesaj geldiğine onu özlediğini belirtiyordu.

Sabah biraz geç kalktık ve çok acele ederek kahvaltıya indik. Bavullar falan hazırdı tabi. Theo ve Melissa’ya önceki günden veda etmiştik.

Ben kahvaltıda pek bir şey yemiyordum. Yumurta yiyip elma suyu içiyordum. Çünkü genelde zaten iştahım kapalı oluyordu ve domuz etinden pek hoşlanmıyordum.

Neyse kahvaltı edip havaalanına gittik. Uzun bir süre içerisinde bavullarımızı verip Duty Free’ye gittik. Her şey daha ucuzdu ve çok şey vardı. Parfümler, Legolar, çikolatalar, şekerler…Oradan Türkiye’de nadir bulunacak şeyleri almaya özen gösterdim. Uçak kalktığında Oğuz tekrar uçuş korkusuna kapıldı fakat bu sefer ilk seferdeki gibi uzun sürmedi. O kadar çabuk geçti ki zaman. Ki büyük ihtimalle uyuduğum için bana öyle geliyor.

Hemen Türkiye’deydik. Ailelerimiz bizi bekliyordu. Onlara anlatacak öyle çok şey vardı ki…Göstereceğimiz fotoğraflar, anılarımız…Hemen onların yanına gittik ve ailelerimize sarıldık.

Bu kadar güzel bir gezi olacağını hiç tahmin etmemiştim. Ama gerçekten muhteşemdi ve oraya bir daha gitmek için her şeyi yapabilirim.

Bu gezide bizimle olan Naciye, Kaan ve Marius Hoca’ya, ayrıca bizlere katkıda bulunan okulumuza, ailelerimize çok teşekkür ediyoruz. Umarım bu gezi bir kere daha yaşanır ve elimizde kupa olmadan dönmeyiz.

Sude ELDEM  7 A